6 Ağustos 2013 Salı

Yazar Nihan Kaya ile Röportaj...

Aşağıdaki videodan Yazar Nihan Kaya ile yapılan ve
TvNet de yayınlanan bir programı izleyebilirsiniz...
 Gönül Erleri Söyleşileri... 
     Gönül Erleri Mail Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Derya Şüheda Terzi’nin, Yazar Nihan Kaya ile yaptığı röportajı aşağıda...


Şuheda Derya Terzi
Gönül Erleri MGYK Üyesi
Şüheda Derya Terzi
     Merhabalar Nihan Hanım. Biz 2007 den bu yana faaliyette olan bir mail grubuyuz. Üye sayımız şuan itibariyle 139.000 'i aştı ve bu güne kadar yüzlerce sosyal-kültürel etkinlik organize ettik...

     Sizi kitaplarınızdan tanıyoruz. Daha iyi tanımak, anlamak ve  sizi daha geniş çevrelere tanıtmak istiyoruz...

     Kendinizi birazcık tanıtın lütfen. Yazmaya çok erken başlamışsınız, nasıl başladığınızı bize anlatırmısınız?

     Bugün otuz dört yaşımı doldurdum. Çok değil birkaç saat önce elime ayracımı almış, okuduğum kitapta not almış olduğum yerleri gözden geçiriyordum ki; birden, otuz dört yıldır ilk kez; "çocukluğum ve gençliğim boyunca hiç konuşmamış olduğumu" fark ettim.
     Çocukluğum ve gençliğim boyunca hiç konuşmamış olduğumu az önce elime ayracımı almış, okuduğum kitapta not almış olduğum yerleri gözden geçirirken, otuz dört yılı geride bıraktığım gün fark etmem, çocukluğum ve gençliğim boyunca hiç konuşmamış olduğum gerçeğinden daha ağırdı. Yazmaya çok erken başlamam, sanırım bundan.

     Belki önce bunu sormalıydım ama şimdi sorayım, dünyaya geldiniz? Nerelerde okudunuz? Yayınlanan kitaplarınız, yazılarınız neler?
     1979 da İzmit'de dünyaya geldim. 1999 yılı itibariyle çeşitli dergilerde öykü ve edebiyat yazılarım yayınlanmaya başladı. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. 2005′te İngiltere’de University of Essex’e bağlı bulunan Psikanalitik Çalışmalar Merkezi’ndeki (Centre for Psychoanalytic Studies) yüksek lisansımı tamamladım. Bu tarihten sonra Avrupa ve ABD’deki akademik konferanslarda Carl Gustav Jung ve sanatsal yaratıcılık üzerine tebliğler sundum ve çalışmalarım yayınlandı.
     Konuyla ilgili uluslararası bazı derneklerin aktif bir üyesiyim...
     King’s College London Karşılaştırmalı Edebiyat bölümüne bağlı olarak yazdığım doktora tezim ‘sanatsal enerji’ üzerinedir.
     Birde abim var benim, Gönül Erleri Mail Grubunun kurucusu ve Genel Koordinatörü AbdulMevla abi. Bu söyleşi için bana rica ettiydi ben de kırmadım ve kabul ettim...

   Yayınlanan Eserlerim:
     - Gizli Özne (Dergah Yayınları, Roman, 2003)
     - Çatı Katı (Dergah Yayınları, Öykü, 2004, Türkiye Yazarlar Birliği Öykü Ödülü)
     - Buğu (Dergah Yayınları, Roman, 2006)
     - Disparöni (Nirengi, Roman, 2008)
     - Dreaming the Myth Onwards: New Directions in Jungian Therapy and Thought(London: Routledge Publications, Kolektif, 2008)
     - Fildişi Kuyu: Edebiyat – Psikoloji – Kadın (Nirengi, 2011)
     - Ama Sizden Değilim (Granada, Öykü, 2012)

     Yazmak; "sessizliğinizdeki tek sesiniz" mi oldu?

     Böyle de denebilir. Ama böyle derken, söyleyemediğim şeyleri yazmış olduğumu kastetmiyorum kesinlikle. Hayır, yazmak; söyleyemediğimiz şeyler değildir. Bilakis, yazarken kendimize dair en açık ettiğimiz şeyler, birebir bizimle ve yaşamsal tecrübelerimizle ilgisi olmayan şeyler. Ama bazen edebiyat tek yoldur. Kapatıldığımız kuyudan ötesi ile irtibat kurabilmek için tek yol. Yazmak, söyleyemediklerimizin asla söze dökülemeyeceğinin bilincine vardıktan sonra yapılan bir şeydir.

     Bu söylediğinizi biraz açabilir misiniz? Yazmak neden sözün yazıya dökülmesi olmasın?
     "Bir gün aynaya baktım ve karşımda yaşlı bir adam gördüm" dersiniz... Ve, sözlerinizi anlamış gibi duranlar da dahil, ne dediğinizi kimse anlamaz.
     "Bir gün aynaya baktım ve karşımda yaşlı bir adam gördüm" dediğinizde ne dediğinizi kimsenin anlamaması, bir gün aynaya baktığınızda karşınızda yaşlı bir adam görmenizden daha kötüdür.
     "Bir gün aynaya baktım ve karşımda yaşlı bir adam gördüm" çok sıradan bir cümledir. Bu cümleyi siz de daha önce defalarca duymuş, "Bir gün aynaya baktım ve karşımda yaşlı bir adam gördüm" diyen kimsenin ne dediğini anladığınızı düşünmüşsünüzdür. Ta ki, bir gün aynaya bakana ve karşınızda yaşlı bir adam görene kadar.

     Nasıl yani..!?
     Sözlerinizi duyanlar, bu sözlerin ne ifade ettiğini anladıkları için, ne söylemiş olduğunuzu da anladıklarını zannederler.
     Ne dediğinizi anlamadıkları halde anladıklarını zannettiklerini derinden duymak bizi ya bir kuleye hapseder, ya da fildişi kuyu yalnızlığında bir yere götürür.
     "Bir gün aynaya baktım ve karşımda yaşlı bir adam gördüm" dediğinizde ne dediğinizi anlatabilmek için, 4211 sayfa, yedi cilde bölünmüş ve içinde "Bir gün aynaya baktım ve karşımda yaşlı bir adam gördüm" gibi bir ifade geçmeyen bir roman yazmak gerekir. Fildişi kuyudan çıkabilmenin tek yolu budur. Bana göre Marcel Proust bunu yapmıştır. 

     Sözlerimizi duyamadıkları için mi sözleri yazıya dönüştürüyoruz?
     Yoksa söz, yazıya dönüşünce mi duyuluyor?
     Aslında sözlerimizi duyarlar, ama bizi duyamazlar. İşte bunu anladığımız an, içimizde edebiyatın başladığı andır. Burada “edebiyatın başlaması” ile yazmayı değil, edebiyatın ne olduğunu, edebiyatın neden bu kadar güçlü bir ihtiyaç olduğunu anlamaya başlamayı kastediyorum. Bir sonraki aşamada, yani kendimizi sözcüklerle asla duyuramayacağımızı anladığımız an ise, içimizde dile yönelik üretken bir tavrın başlamakla başlamamak arasında olduğu noktadır. İşin ilginci, kendimizi sözcüklerle asla ifade edemeyeceğimizi anladığımız an, bizi başka bir ifade biçimi aramak için kendisine çekenin, yine bu sözcükler olduğudur.
     Evet, edebiyatın söz sanatı olduğu hiçbir zaman doğru değildi. Ama, doğru olmayan her şey gibi, yalan da değildi.



     Siz kendinizi nasıl bir kuyuda hissediyorsunuz?
     Sizi yazmaya iten nedenler arasında bize bu kuyudan örnekler verebilir misiniz?
     Ya da, bu kuyunun nasıl bir kuyu olduğunu anlatın biraz...
     İlk kitabımı yayınladıktan sonra yanımda her daim bir isim listesi taşımaya başladım. Dört yıldır dergilerde yazıyordum; insanın insanın cehennemi olduğunun ayırdına varmaya yetecek bir süreydi bu.
     İnsanlar beni bunalttığı zaman açıp isim listemi okurdum. Ellerinden, dillerinden herhangi bir şekilde zarar görmeyeceğime, beni asla arkadan vurmayacaklarına inandığım insanların listesiydi bu.
     ‘Olsun, böyle güzel insanlar da var yeryüzünde’ diyerek okurdum o listeyi. Bir dua okur gibi okurdum. Ne zaman beklemediğim bir muameleyle karşılaşsam, yani ihanete uğradığımı hissetsem (o muameleyi o insandan beklemediğimiz için onu ‘ihanet’ olarak algılarız çünkü), yanımdan hiç ayırmadığım listemdeki isimleri bir bir düşünür, onların varlığına odaklanmaya çalışırdım. Listede adı yazılı insanların varlığı bana güç verirdi, beni teskin ederdi. Ya da ben öyle sanırdım. 

     Sonra?
     Sonra öyle şeyler oldu ki o listedeki isimler eksilmeye başladı. Eksilen isimlerin yerine yenilerini koydum; eksilenleri düşünmek yerine listeye yeni haliyle odaklanmaya gayret ettim. Liste hep değişti; kimi zaman uzadı, kimi zaman kısaldı, kimi zaman tek isimden ibaret kaldı. En son, tek bir isim kalmıştı listede. Çok emin olduğum bir isim. Tam bir yıl oluyor: Otuz üç yaşındaydım. Bunun otuz üçüncü yılımda olmasının bir anlamı var mı bilmiyorum. Listeyi yırtıp attım ve artık hiç liste yapmama kararı aldım.

     Dünya üzerinde güvenebileceğimiz hiç kimse yok mu?
     İlk başta sert geliyor kulağa, ama öyle. Kabul etmesi kaçınılmaz: Tanrı dışında güvenebileceğimiz hiç kimse, ama hiç kimse yok. Çok güvenilir insanlara da bir insana ancak ne kadar güvenilebilirse o kadar güvenebiliriz. Gizli özne romanının özü olan ifk hadisesi, aynı zamanda bütün romanlarımın da özü; ve romanın alt-metni içinde de ifk hadisesinin özü Hz. Aişe’nin cümlesi: ‘Benim Allah’tan başka dostum yoktur’. Hz. Aişe bu cümleyi, ona Hz. Muhammed’i kastederek ‘Haydi kocanla barış. Bak, Allah sana ne güzel dost verdi’ dediklerinde, Hz. Muhammed’e sırt çevirerek, bu söze itiraz ederek söylüyor. ‘Hayır’, diyor, ‘Benim Allah’tan başka dostum yoktur!’. Lakabı ‘Emin’ olan, Peygamber bir koca için söylüyor bu sözü hem de! Peygamber de olsa, üstüne üstlük ‘Peygamber bir koca’ da olsa insan son kertede yine insansa, biz artık Allah’tan başka kime dost diye yaslanabiliriz?

     Yazarlar Allah’tan başka dost yok diye mi yazarlar?
     Eğer öyleyse ateist yazarların neden yazdığını düşünüyorsunuz?
     Evet. Tanrı’ya inansın veya inanmasınlar, bütün yazarların yazarlık macerasının özünde bu ‘Tanrı’dan başka dostu olmama’ bilinci olduğunu sanıyorum. Alıştığımız manada Teist bir inanca sahip olmayan yazarlar bu cümledeki ‘Tanrı’ kelimesinin yerine mesela ‘kainat’ı koyacak, ama yine aynı şeyi söyleyeceklerdir. Allah’tan başka dostumuz olmadığı bilinci bizi okumaya yöneltir. Bizden başka hiç kimsenin sahip olmadığı bir bilgiyle yalnız kaldığımızda ise, yazarız.


     Kuyuda olduğumuzun farkında olduğumuzda yani?
     Kuyu dediğim şey, aslında içine hapsolduğumuz bedenimiz, bu dünyadaki varlığımız. Bizi saran sınırların ötesine ulaşmak isteriz. Hepimiz varlığımızı duymak ve duyurmak isteriz. Çünkü kendi varlığımızı duyurmak, herkese kendi varlığını duyurmak ve Varlık'ı duyurmaktır aynı zamanda. Her insan bu istekle doğar; insana dair en temel arzudur bu. Yazmanın dayandığı temel de budur. Yazarlar aynı nedenlerle yazarlar, ama edebiyatla ilişkilerini açıklarken buradaki Varlık’ı farklı biçimlerde anlar ve anlatırlar. İngiliz estetisyen Herbert Read’in bütün yazarların kaçınılmaz olarak ‘varoluşçu’ olduğu iddiası buna dayanıyor. Varlık bilinci ile yazarlığı birbirinden ayrı düşünebilmek mümkün değil.
~~~ * ~~~ * ~~~ * ~~~ * ~~~
     Yazar Nihan Kaya'nın yayınlanan kitaplarından 5 'i hakkında aşağıdaki notlardan bilgi edinebilir, dilerseniz indirimli olarak da satın alabilirsiniz...
Aşağıda kitap adlarının üzerine tıklayıp
kitap alışveriş sitesine bağlanabilir,
kitaplar hakkında bilgi edinebilir,
dilerseniz de alabilirsiniz...


10,00 TL %25 İndirimle 7,50 TL
Nihan Kaya'nın ikinci romanı.
Çatı Katı adlı hikaye kitabı ile TYB ödülü alan Kaya, bu romanında bir Filistinli kızla İstanbul'lu bir Yahudi'nin kağıt üzerinde kalan evliliğini dile getiriyor. Aslında anlatmak istediği Filistin'li kızın şahsında Filistin'in uğradığı zulmün hikayesidir. Buğu'nun muhtevası kadar biçimsel özellikleri de dikkat çekiyor. Bu açıdan roman gerçek ile kurgu arasında gidip gelen bir sarkaç gibi. Nihan Kaya bu eseriyle roman türünün ülkemizdeki son modern örneklerinden birini veriyor.
13,00 TL
Tıpta ‘ağrılı cinsel birleşme’yi tanımlamak için kullanılan disparöni, Kaya’nın romanında çok sayıda mecazi anlama bürünüyor. Disparöni, hep bekleyen bir kadınla hep arayan bir adamın, hep düşünen bir kadınla hep hareket eden bir adamın, hem birbirleriyle hem de hayatla kurdukları sancılı ilişkinin öyküsü. Bir yanda, toprağın altında gömülü antik uygarlıklar, diğer yanda, yanıp sönen parlak kamera ışıklarının ortasında yükselen bir Ortaçağ kulesi, romanda melodik bir geleceği çatısından aşağı bırakıyor.

Hayata temas ettiği her an canı yanıyor, o acıyla hemen geri çekiyordu kendisini. Ufak bir ses, hava, güneş ışığı, rüzgar; hayatın nefesi daha tenine değer değmez tuzla buz oluyordu.
7,00 TL %25 İndirimle 5,25 TL
Nihan Kaya, ilk romanı Gizli Özne'den sonra, öykülerini Çatı Katı ismi altında biraraya topladı. Çatı Katı, korkularımızı hapsettiğimiz, kederlerimizi, anılarımızı, artık işe yaramadığını düşündüğümüz eşyalarımızı rafa kaldırdığımız çatı katlarını kendilerine mesken tutmuş insanların hikâyelerinden oluşuyor. Çatı Katı, ana yoldan değil, patikalardan geçenlerin, kaldırımdan yürü/ye/meyenlerin, evlerinin salonunda değil, tavanarasında oturanların, vitrinlerin arkasına bakanların öyküsü.
Nihan Kaya, Çatı Katı'nın kimi zaman hazin, kimi zaman saf ve nahif bir duyarlılıkla işlenmiş hikâyelerinde, bizi zihnimizin çatı katına doğru farklı bir yolculuğa çağırıyor.

13,00 TL %25 İndirimle 9,75 TL
Oğulları yeni ölmüş yaşlı çiftin kapısı bir gün ansızın çalınır ve hiç tanımadıkları bir genç kız elinde bavuluyla çıkagelir. Durgun hayatlarına beklenmedik şekilde karışan bu esrarengiz kızla günler süren bir sessizlik içinde yaşarlar; ve sonra birden, cam kırıklarından yükselen sütlü kahve kokusunda olağanüstü bir çift geçmiş tekrar canlanır. Sütlü kahve kokusu ve mavi bir esintiyle birlikte tüm romanı iki ayrı koldan saran iki inanılmaz hikâye suskun evin hareketsiz atmosferinde çarpışacak, harmanlanacak ve sonunda tek bir seste birleşerek yeniden doğacaktır.
Granada Kitap 
11,00 TL


Ama Sizden Değilim, aynı sokakta yaşayan insanların kesişen öyküleri. Ama Sizden Değilim'de sokak kavramı zamanla bir dünya tablosu oluşturacak biçimde hareket ediyor. Bu öyküler bütünü, aynı anın içinde farklı mekanlarda çoğalan insanların, aynı mekanın içinde farklı düzlemlerin içinden yolları kesişen insanların, birbirlerini anlamaktan uzak, ama "biz" olduklarını sanan, benzer duyguları paylaştıklarında bile bundan bihaber insanların panoraması. Dünyadaki çoğulculuğun panoraması. Ruh halimizdeki çoğulculuğun panoraması. Mizah ve hüznün içiçe geçtiği "Ama Sizden Değilim", çeşitli "ama"lar üzerinden ilerliyor.

Nihan Kaya, 2004 yılında yayınladığı öykü kitabı Çatı Katı ile Türkiye Yazarlar Birliği Öykü Ödülü'nü almıştı. Ama Sizden Değilim, Kaya'nın Çatı Katı'ndan sonra yazdığı öyküleri okuyucuyla ilk kez buluşturuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder